Artık Herkes de Sen Gibi.

#Tıkanma
Şener Soysal
Hakkında Diğer Yazıları

Tıkanma konusunu yazarken tıkanacağım hiç aklıma gelmezdi. Bu nedenle koyvermektense bilinç akışına bırakıverdim kendimi.

Gündelik hayat bir süredir farklı bir rutinin içinde. Yapabilenler evde (çünkü sömürü odaklı sistem evde bırakmıyor nice insanı) ve sosyal temas olmadan hayatına devam ediyor. Öte yandan online dünya içinde sürekli insanın kafasını bulandıran haberler/yorumlar/analizler, Zoom toplantıları, aile konuşmaları, arkadaş buluşmaları… Velhasılı bedenen eve kapanmış, ruhen her türlü rüzgâra açık hâlde yaşıyoruz. Bu hâl, araştırabilmek ve yazabilmek için gereken berrak suları da bulandırabiliyor.

Evde kalmanın, eşitlik getirmese de, bazı referans zeminlerini dağıttığı kesin. Mesela evde kalmak istemek, bir depresyon belirtisi değil artık. Hatta artık evden nedensiz çıkmak bir depresyon belirtisi olabilir. Birileri için "Depresyonda galiba, evden çıkmıyor," ya da "Bu da çok asosyal canım, kimseyle iletişim kurmak istemiyor. Ancak evde bir şeyler izlese, oynasa…" ya da "Hiç temas kurmaz, sarılmaz, dokunmaz bile! Biraz soğuk biri sanki," diyebilecek hâlde değiliz. Yeni normalimizde hepimiz depresif, hepimiz asosyal, hepimiz soğuğuz. Yani artık sen de herkes gibi değilsin, herkes de aynı sen gibi. Tabii hâlâ o referans zeminleri ile düşünürsek. 

 

***

 

Zeminin kot farkıyla değiştiği bu yeni seviyeden bakınca, sanat üreticisi ya da izleyicisi olarak dışarıda kaçırabilecek bir şey kalmadığı da kesin. Mekânlar, salonlar, galeriler, fuarlar yok. Öyleyse imrenilecek kokteyller, "Bunu ben yapsaydım" denilecek eserler, bir galeri sergisine dahil olmak için kurulacak network'ler de yok.

Sokaklarda, stüdyolarda, residency'lerde fotoğraf işleri üretilip, eleştirilip, geliştirilemiyor şu sıra. Evde üretmek, elde kalan tek ihtimal. Hâliyle öne çıkan bir manzara ya da nesne olmadan, kendi yağında kavrulan anlatım arayışları görmek mümkün ve güzel. Bireysel olarak ya da bir çatı altında oluşan üretimleri ekranlarımızdan takip edebiliyoruz. Sergi dediğimiz kısım ise biraz karışık sanki. İcat olunan bazı "online sergi"lerin dijital ekranda 3D duvarlarda olması, günümüz sanat düzeninin saçma bir uyarlaması. On yıl önce moda olan çevirmeli kıvırmalı internet dergileri gibi. Mekânı deneyimlemek, içinde gezmek, kokusunu duymak, eserleri her detayıyla görebilmek değil miydi zaten o deneyimi oluşturan? Öyleyse bu online çabalara sergi demek ne kadar doğru? Ya da zaten kişisel web sitelerimizle, Instagram hesaplarımızla nice zamandır sergi yapıyormuşuz da, haberimiz yokmuş. 

 

***

 

Yukarıda bahsettiğim mevzular, benim için tıkanma kelimesini ironikleştirdi. Çünkü herkesin tıkandığı bir yerde, tıkanmadan söz edilemeyeceği kanaatindeyim. En azından bildiğimiz şekilde olamayacağı kesin. Evet farkındayım, bu yazı "tıkanma" teması üzerine yapılan bir serinin parçası. Lakin bazen ters yüz etmek faydalı oluyor anlamlandırmak için. Bu yüzden tıkanmamayı da tartışabiliriz. Sahi neleri yapanlara tıkanmamış deriz? Sosyal mesafe temalı üretimler yapmayı, bozuk ses kaliteli konserleri tıkanmama olarak görebilir miyiz? Sürekli aynı sanatçılara göz kırpan story ve Instagram sohbetleri bir tekrardan ibaret değil mi? Nice sohbet, içinden geçtiğimiz sürecin sancılarını aktarmadan silinip gitmiyor mu? Sermaye destekli galerilerin anlamlı kalabilmek için yaptığı çabalar peki? Ne yazık ki bütün bunlar, istisnai durumlar/emekler hariç umutsuzluğa sürüklüyor beni. Çünkü dediğim gibi, verilen emekler toplamın içinde çok ufak bir parça, kaideyi bozamayan istisnalar (İyi ki varlar!)

Kolektiflerin, oluşumların, bağımsız mekânların nasıl ayakta kalabileceğini konuşmuyoruz. Öngörülen ekonomik daralma sonrası, sermaye tarafından fonlanan birçok mekân ve etkinliğin de desteğini kaybedeceğini konuşmuyoruz. Yayıncıların durumunu, sanat yazarlarını da düşünmüyoruz. Hadi bu kısımları es geçtik, sanat dediğimiz şeyi bizzat var eden sanatçıların durumuyla da ilgilenmiyoruz. Yeni referans noktamızdan bakınca, bunlar gözümde büyüyor. Belli ki sanat dünyamız toptan tıkanmış diyorum. Öte yandan bu yazıyı bir yıl önce bugün yazsam, sanırım yine aynı şeyi yazardım: Sanat dünyamız tıkanmış. Ne zaman toz pembe oldu ki, değil mi? O yüzden duruma isterseniz "tıkanmanın tıkanması" diyelim, isterseniz "aynı tas, evde hamam."

 

***

 

Kendim için tıkanmanın zemini önceden neredeydi, şimdi nerede? Her ikisini de kestirmekte zorlanıyorum. Uzun zamandır fotoğraf işlerim bir serginin parçası olmadı, gözle görünür sınırları konmuş bir fotoğraf işim de olmadı. Üretmeye devam ediyorum ama etrafında bir çerçeve yok, çerçeve olsa da sanat ile ilintili bir mekâna asılmadı. Belki sosyal medyadaki aşırı üretken görünüş, zaman zaman beni de tıkıyor. Bir sürü canlı yayın, bir sürü ücretsiz kitap, sanat filmi, sergi… Gerçi bu da her zaman yok muydu? Sürekli bir etkinlik ve yetişememe hissi… Size de olmuyor muydu eski normal zamanlarda? Neticede, kelime anlamıyla çok yemek yiyip artık yiyecek yerinin kalmamasına da tıkanma deniyor.

Öyleyse tıkandım mı, tıkanmış mıydım, tıkalıyım mı demek oluyor bunlar? Yoksa tıka basa dolmuş mu içim dışım? Tıkanıp tıkanmadığımı sanat dünyamızın normaline göre mi değerlendireyim? Yoksa zemini kaymış yeni normallerimize göre mi? 

En iyisi içinde on dört kere tıkanma geçen bu metni, tıkanmadan bitireyim.

 

(Mayıs 2020)