Zeynep Kayan ile Çalışmalarına Dair

#24
Zeynep Kayan
Hakkında
İpek Çınar
Hakkında Diğer Yazıları
Mert Alperten

Mert: Ne zaman başladı tekrar eski fotoğraflara dönmen, onları manipüle etmen?

Zeynep: "Seğmenler Parkı" serisine - neredeyse en başa - kadar dönmek gerekirse bunun daha çok estetik bir kaygı olduğunu söyleyebilirim. Çektiğim fotoğrafların ilk hali hoşuma gitmiyordu. Tekrar tekrar çekerek elde ettiğim bulanık, dokulu fotoğraflar benim için daha "güzel" oluyordu. Bu zamanla beni ilerletebilecek bir tekniğe dönüştü. Ama nasıl bir yöntem izleyeceğim her defasında değişiyor.

Mert: Peki bir fotoğrafı çektiğin an, ona ileride nasıl bir müdahalede bulunacağını düşünüyor musun?

Zeynep: Başta tam da sorduğun gibiydi, zamanla biraz değişti. Hatta ilk başlarda, bundan neredeyse 10 sene önce, çektiğim fotoğrafların asla öyle kalmayacağını biliyordum. O zamanlar bana modellik yapan arkadaşlarıma, fotoğraflarını çektiğim anda göstermem gerekirse "bak ben buna daha neler yapacağım" gibi şeyler söylüyordum. Sanki photoshopta onların belini inceltecekmişim gibi bir cümle bu, tabi öyle bir şeyden bahsetmiyordum; ama fotoğrafı tekrar tekrar çektiğimde ilk halinden giderek uzaklaşıyordu. Bunu biliyordum hep. Şimdi öyle değil, daha karmaşık. Çektiğim ilk hali ile de kalabiliyor. Örneğin Kurgulan(an)'da fotoğrafları çektikten sonra hiçbir müdahalede bulunmadım.

İpek: Bana öyle geliyor ki işlerini "Tele Phone" serisi öncesi ve sonrası şeklinde ikiye ayırabiliriz. "Tele Phone"dan öncesi biraz daha içgüdüsel ilerleyen bir araştırma dönemi, tesadüfi sonuçlara da açık bir kapı gibi. Ama "Tele Phone"dan sonrasında biraz daha bilinçli bir çalışma pratiğinden bahsedebiliriz sanki. Bu noktada, bir proje üzerinde çalışırken bilinç nerede duruyor?  

Zeynep: Bilinçle ne kastettiğine bağlı. Bilinç ne yapacağından emin olmak gibi bir his uyandırıyor bende. Böyle düşününce, "Tele Phone"dan daha eski bir seri olmasına rağmen "Yırtık" da bu anlamda bir bilince sahip olabilir. "Yırtık"ın aslında absürt bir hikayesi var: Hollanda'dan Türkiye'ye geri dönmek üzere iken, tüm bir sene çalışmak için bastırdığım test baskılarını bir çöp poşeti içinde kapının önüne koymuştum. Evden uzaklaşıp geri döndüğümde poşetin parçalanmış, fotoğrafların tüm sokağa yayılmış olduğunu gördüm ve çok korktum! Fotoğrafları teker teker evlerin önünden toplayıp, çöpe tekrar atmadan önce yırtmaya karar verdim. Sonra bu parçalanmış hallerini de kaydetmek istedim ve döndüğümde o günki telaş içerisinde olmasa da bunu yapmaya devam ettim.

Öte yandan en eski, daha çok film kullanarak çektiğim serilerde, dediğin gibi tesadüfi şeyleri nasıl bir araya getirebilirim gibi bir uğraş var. Yine de bir çeşit bilincin, üretim sürecinin farklı evrelerinde, belki de devam etme kararında mevcut olduğunu düşünüyorum. Örneğin geçen sene yaktığım fotoğraflar ve onların videoları üzerinde çalışırken, bunu öyle bir inat ve uzun süre ile yaptım ki atölyede boğulacak gibi olduğumu hatırlıyorum. Fotoğraf yanarken ona ait saklı bir şey açığa çıkacakmış gibi bir hissin peşindeydim ama bu bilinçle kastettiğin şey mi bilmiyorum.

İpek: Bilinç doğru kelime olmayabilir. Mesela bazen, dediğin gibi, aklında bir fikir vardır ve baştan itibaren ona yoğunlaşırsın. Ama kimi zaman bir süreç sonunda görsellerin bir araya geldiğini görürsün. Senin işlerinde ise finalde, iki boyutlu bir fotoğrafı değil, sürecin tamamını görüyoruz.

Zeynep: Bunu duymak beni çok mutlu etti! Ben süreci bir türlü istediğim gibi yansıtamadığımı düşünüyorum.. Bunu bir tek "İsimsiz Orijinal : 'Eski'den 'Yeni'yi (t)üretmek"de yapabildiğimi düşünmüştüm. Ama o bir sunum-performanstı ve aynı fotoğrafın farklı hallerini birbirinin peşi sıra gösteriyordum. Aynı anda Jean Tinguely'nin 70'lerde Düsseldorf'taki bir sergi açılışında şehrin tepesinden uçakla aşağı bıraktığı manifestosunu bir kez okuyup sonra aklımda kaldığı şekli ile tekrar ediyordum. Manifesto durağanlığa karşı değişimi, hareketi övüyordu. New York'ta ACAW tarafından düzenlenen bir konuşma serisiydi bu ve benim Zilberman'la birlikte katıldığım sene başlık "Performansı Düşünmek"ti. Tabi bu anlattığım şekli ile süreci birebir paylaşabildim ama bir sunum olmadan da bunu gerçekleştirebilmeyi çok önemsiyorum.

Mert: Bu arada "İsimsiz Orijinal : 'Eski'den 'Yeni'yi (t)üretmek" metin kullandığın nadir işlerden biri sanırım.

Zeynep: Nadir değil tek bile olabilir. Bir de Kurgulan(an) sergisinde on dakikada bir duyulan "Yakacak ya da boğulacak ya da yuvarlanacak bir şey arıyoruz burda" ses kaydı vardı.

Mert: Bununla ilgili sormak istediğim bazı şeyler var. İpek'in bahsettiği, işlerin değişmesi durumuyla beraber; bir de fotoğrafları bir takım sahnelere koyup tekrar çekiyorsun. Bu sahnelerse çoğunlukla sanki etrafına bakarken bir anda karşına çıkar gibi alelade, ama kurgulanmış sahneler. Bu da biraz rastlantısallık hissi yaratıyor. Bu noktada isim de bayağı yönlendirici oluyor. İşlerine isim vermek konusunda ciddi bir çaba sarf edip çok düşünüyor musun?

Zeynep: Hayır aslında. İşlere genellikle görünür olandan yola çıkarak isimler veriyorum. Mesela "Dönüş", fotoğrafların ortasındaki deliği bir dönüş hareketine benzetmemden, "Uhu Denemeleri" gerçekten uhu ile denediklerim, "Yırtık" yırtık... Bir tek "Kurgulan(an)"da parantezle bir oyun var. Anlattığına benzer bir şey düşünüyordum: kurgulanmış, neredeyse santimi santimine karar verilmiş; ama bir yandan da "yakalanmış" bir an gibi.

Mert: Peki zamanla isme verdiğin önem arttı mı?

Zeynep: Aslında kafam hala aynı şekilde çalışıyor. Mesela son sergi sürecinde bir kitap ismiyle karşılaşmıştım: "Bir Bardak Yağmur Suyu İçiverin Gitsin". Çok etkilenmiştim, serginin adı bu olabilir mi diye düşünüyordum, ama bu isim bana öncekilere göre biraz yüklü geldi. Aslında tüm serilerde bir sezgisellik var ama aynı zamanda beni heyecanlandıran ve çalışırken tetikleyen bir teknik, yöntem, eylem ve hareket de oluyor. O yüzden isim ve teknik arasında bir ilişki kurunca işin içinden daha kolay çıkıyorum. Mesela "Ortada kalma çalışmaları.." gibi. Zilberman'ın Berlin'deki misafir sanatçı programında bedenimi kullanarak bazı hareket tekrarları denemeye karar vermiştim. Atölyede durup duran iki kartonla beraber ekranda kendimi ve kartonları izleyerek bu videoları çektim, fotoğraflar da videonun sahneleri üzerinden ortaya çıktı. Bazen kartonları kontrol ediyor, bazen ise onlara ayak uyduruyordum ama her defasında yapmaya çalıştığım şey ortalarında kalmaktı, isim de buradan geliyor.

Mert: Bir sahneye/deftere fiziksel olarak da zorlanmış bir fotoğraf yerleştirmek, o sahnenin fiziksel özelliklerinin de kadraja dahil edilmesi; fotoğrafa bir geçmiş katıyor ve hikayeleştiriyor. Bu "Kurgulan(an)"da da var, "Yırtık"ta da, "Uhu Denemeleri"nde de. Bu yüzden metin kullanmayı düşünmemen bana çok mantıklı gelmişti. Hatta metin kullanmak istemediğin için mi fotoğrafları kullanma biçimine anlam yüklenir hale geldi?

Zeynep: Kafamda böyle işlemiyor. "Metin yazmamak için ne yapsam acaba" diye düşünmüyorum. Aslında işin bir parçası olan metin ile, onu açıklamaya çalışan metin iki farklı şey. Benim kafamda ilki çoğunlukla belirmiyor, işleri açıklayan metinler konusunda ise zorlandığım zamanlar oluyor, güvendiğim insanlardan yardım alıyorum. Bir de benim için üretim süreci hikaye yaratmaya çalışmaktan çok bir keşif gibi ilerliyor. Demek istediğim; eski bir işe her baktığımda heyecanlanmıyorum; bir dönem heyecanlandığımı ve o heyecanın beni yeni bir noktaya taşıdığını fark ediyorum. Tekniği çok önemsiyorum ama geriye dönüp bakınca tekniğin kendisinde bir şey olmadığını, sadece daha önce bahsettiğim gibi çalışırken beni tetiklediğini görüyorum.

M: Peki bu anlatıyı kurarken, içine koyacağın her şeyin onun içinde olacak kadar bir geçmişe sahip olmasına çaba sarf ediyor musun?

Zeynep: Bu soruyu cevaplamak şu an tam da yeni bir şeylere başlamak üzere olduğum için beni biraz zorluyor. Çünkü her defasında farklı ve fotoğraflarla vakit geçirdikçe şekillenen bir süreç bu. Tümüyle yeni bir seri üzerinde yoğunlaşmıyorsam, şöyle bir çalışma yöntemim var: 2004'ten bu yana çektiğim tüm fotoğraflara bakıyorum. Mesela şu sıralar 2009 yılı dosyasında geziniyorum. İçinde o zamanlar denediklerim de var anı fotoğrafları da. Çok basit bir süreç bu, ama bugün aklımda olanlarla geçmişe bakarken daha önce fark etmediğim bir şey dikkatimi çekebiliyor ve onu basmak üzere bir kenara ayırıyorum. Derken bu ayrılanlar üzerinden yeni bir fikir belirebiliyor. Tabi bu bir gecede olmuyor, üst üste birkaç ay böyle geçiyor. Mesela şu anda zihnimi "Ortada kalma çalışmaları"nın mantığını ilerletebilmek kurcalıyor. Bir yandan Trisha Brown isimli bir dansçıdan etkileniyorum. Şu şekilde dans ediyor: 1, 1-2, 1-2-3, 1-2-3-4... devamlı aynı şeyi farklı bir şekilde yaparak ilerletiyor, biriktiriyor ve biraz da kafa karıştırıyor. Yani toparlamak gerekirse, galiba daima bir önceki yaptığıma dönüp, oradan nasıl ilerleyebileceğime bakıyorum.

İpek: Bu başlangıç noktası. Ben de bitme noktasını merak ediyorum. Çalışmalarının tekrar/biriktirme/araştırma süreçlerine dayandığını düşününce ve bu sürecin de aslında asla sonlanamayacak bir süreç olduğunu göz önünde bulundurunca, bir serinin bittiğine nasıl karar veriyorsun?

Zeynep: Ama sıkılıyorsun. Yeterli olduğunu görüyorsun. Örneğin Kurgulan(an)'da başlangıç noktası hem ilk kez flaş kullanıyor olmak, hem de bu kez fotoğrafın yüzeyine müdahale etmek yerine fotoğrafa bir nesne gibi yaklaşmaya çalışmaktı. Uzun bir süre fotoğrafları bir yerlere koyarak yeniden çekmeye devam ettim, bir süre sonra bunu projektörle de denedim. Bence bu aşama artık sıkılmaya başlamaktı.

Mert: Bir işi bitirip uzaklaştığın zaman bir mana çıkarma, okuma gibi bir şey yapmayı tercih ediyor musun ya da insanlar yaptığında bunun üzerine ne kadar derinlikli düşünüyorsun? Örneğin bu sonraki işini yaparken insanların nasıl okuyacağını, tepki vereceğini düşünmene sebebiyet veriyor mu?

Zeynep: Biten bir işten uzaklaştığında dönüp ne yaptığını daha iyi anlamak doğal bir süreç sanırım. Ama dışarıdan gelen etkilere açık olmayı pek sevmiyorum. Özellikle üretim sürecinde çok konuşmak ya da düşünmektense sadece devam edebilmeyi daha çok önemsiyorum. Fotoğraflarla geçirdiğim uzun vakitlerden sonra bu ilişkiyi dışarıya açmak istemediğim zamanlar oluyor.

İpek: Bundan bahsedince aklıma Burcu Bilgiç ile yaptığınız "İpi Çekin Aşağıdayız" sergisi sürecinde verdiğiniz bir söyleşi geldi aklıma. Ali (Taptık) Yokota ile fotoğraflarınız arasındaki teknik benzerlik/farklılıklar üzerine bir soru sormuştu, biraz ondan çalıyorum. İkinizde de fotoğrafa müdahale güdüsü çok yüksek. Ama Yokota'da ürettiği tekniği sistematikleştirme/formüle etme hali var. Senin çalışmalarındaysa formüle etmeye dayanmadan; öğrenme ve sonradan öğrendiğini bırakma durumu var. Bu yüzden sende bir sistematikliği, formülün soğukluğunu hissetmiyorum. Sürekli bir sürecin hikayesini görüyoruz derken söylemek istediğim de buydu aslında.

Zeynep: Bunu duymak beni yine çok mutlu etti! Bahsettiğin bırakma durumu yeni bir şeye heyecanlanana kadar depresif hisler verse de diğer türlüsü de başka bir yılgınlık hali yaratıyor. Demek istediğim "Kurgulan(an)"daki gibi fotoğrafı atölyenin bir köşesine yerleştirerek yeniden çekmeye devam ettiğimi asla düşünemiyorum.

Mert: Bir de Yokota'nın fotoğraflarında -teknik üzerinden bir karşılaştırmaya gidilirse- hakikaten daha önce hiç görmediğin bir şeyi görüyorsun; bir hikayeden ziyade görsel olarak ilginç bir şeyle karşılaşıyorsun. Senin işlerinde görsel olarak ilginç olan bir şeyden ziyade giderek güçlendirdiğin bir anlatı durumu var. Tele Phone'un bu anlamda bir başlangıç noktası alınması da mantıklı geliyor. Çünkü Tele Phone anlatının, sıralamanın öneminin ortaya çıktığı ilk iş gibi.

Zeynep: Tele Phone sadece telefonla çektiğim fotoğraflardan oluşuyor. Hem flaşla hem de yakınlaşarak çekmiş olmanın getirdiği garip, erotik bir hal vardı benim için. Bir yandan da hepsi en başından beri ikili olarak çalışıyordu. Bu yüzden RVB Books'un FUAM'da düzenlediği kitap yapma atölyesine katılmadan önce de biriken fotoğraflara bir kitap hayali ile bakıyordum. Bence de fotoğrafları yan yana getirmek dışında bir müdahale olmaması, bahsettiğin anlatı ve sıralamanın daha çok öne çıkması ile Tele Phone diğer işlerden ayrı bir noktada duruyor.

İpek: O zaman topu direkt sana atan bir soru sorayım. Kitap sürecinden biraz bahsetmek ister misin? Çünkü şeyi de düşünüyorum, Tele Phone'dan sonra işlerin değişmeye başladı sanki diyorum ama, Tele Phone da ufuk çizgisi gibi, iki tarafa da dahil olmuyor.   

Zeynep: "Tele Phone"daki fotoğrafların ikili var olmasının benim için bir sebebi de yan yana geldiklerinde daha güçlü bir anlam ifade ediyor olmalarıydı. Aynı şey atölyede RVB Books'un da ilgisini çekince birlikte ilerlemek kolay oldu. Sadece daha önceden kitaba dahil etmeyi düşünmediğim kuş fotoğrafları araya girdi. Kuşların pozisyonlarında ve bakışlarındaki tuhaflık kitabın geri kalanındaki fotoğraflarla örtüşüyordu. Hepsi aslında biraz absürt, biraz erotik, belki biraz da rahatsız edici.

İpek: Tele Phone ve Kurgulan(an)'da Instagram'ın da bir etkisi var mı?

Zeynep: "Kurgulan(an)"da yok. "Tele Phone"da ise tam tersi. Fotoğrafları zaten telefonla çekiyor olduğum için Instagram'a da yüklüyordum. Derken orada birikmeye başladılar ve her gün bu birikenlerle karşılaşmak beni zinde tuttu. Demek istediğim Instagram'daki paylaşımlardan değil de kendi günlük ritmimden beslenmek gibi bir şey. Aslında çok eskiden deviantart ve flickr'da da fotoğraf paylaşıyordum, bu anlamda çok farklı değiller birbirlerinden.

İpek: Son ve kişisel bir sorum var. Üzerinde müdahale yaptığın fotoğraflar aslında benzerinin çekilmesinin çok zor olduğu, eşsiz fotoğraflar değiller. Ama kimi zaman müdahaleyi yeni bir fotoğraf üzerinde yapmaktan ziyade aynı fotoğraf üzerinde yapıyorsun.

Zeynep: Bu durum hoşuma gidiyor. Aslında planladığım bir şey değil, aynı fotoğraf üzerinde çalışmış olduğumu ben de geç fark ediyorum. Böyle olunca fotoğrafın kendisinden ne kadar uzaklaşmış olduğumu ve başına neler geldiğini, gelebileceğini daha iyi anlıyorum.

Mesela elimde kurumuş Türk kahvesi olan bir fotoğrafın ilk hali "Tele Phone"da ve kitapta, projektörle aynaya yansıtılmış bir başka hali de "Kurgulan(an)"da var. Oraya gelmesi neredeyse 1,5 sene sürmüş olmalı. Belki aynı fotoğrafa tekrar başka bir şey olacak ama şimdiden bilemiyorum.

İpek: Benim hoşuma giden şu oluyor: O an o fotoğraf kimliksizleşiyor, mekansızlaşıyor, ama Mert'in de bahsettiği gibi, yeni bir geçmişe sahip oluyor. Bu da fotoğrafta pek mümkün olmayan bir kombinasyon.

Zeynep: Evet, aynı fotoğrafı farklı serilerde farklı şekillerde kullanmak da bunu onaylıyor sanki. Farkında olmadan gerçekleşen bir süreç ve bana da sonsuz deneme imkanı hissi veriyor.

Mert: Geçmişte çektiğin bir fotoğrafa baktığın zaman ne kadar yabancılaşmış oluyorsun ve bu üretim sürecini nasıl etkiliyor?

Zeynep: Sanırım zaman içinde doğal olarak yabancılaşıyorum. Bir keresinde bir arkadaşım eskiye dönerek çalışırken bir atmosfer yaratıyor olabileceğimi söylemişti. Duygu durumundan bahsediyordu aslında; belki biraz melankoli, geçmişe ait hislerini fark etme hali. Tabi hiç hatırlamadığım ya da farklı hatırladığım fotoğraflarla karşılaşabiliyorum. Bazen bu çok verimli bir güne sebep oluyor, bir sürü yeni şey düşündürüyor; bazen ise başka birinin fotoğraflarına bakıyormuş gibi hissizleşebiliyorum.

Mert: Benim son bir sorum var. O da videolarla alakalı. Yaptığın video işlerini çoğunlukla fotoğraflardan çok ayrı buldum ve onların üzerinden geçmekte bayağı zorlandım. Genel olarak fotoğrafçıların sergilerinde video kullanması daha statik oluyor. "Kurgulan(an)"dakileri daha çok hissedebildim, çünkü onlar genel anlatının daha çok içindeydi.

Zeynep: Ben öyle düşünmüyorum. Tabi tüm videoları aynı şekilde gruplayamam, mesela "ortada kalma çalışmaları.." diğerlerinden farklı çalışıyor. Kurgulan(an)'da ise neredeyse tüm videolar, farklı sebeplerle fotoğraf olarak da mevcut. Örneğin yaktığım fotoğrafları videoları ile birlikte düşünürken süreç ve sonucu yan yana görebilmek beni heyecanlandırıyordu. Bardak videosu ise biraz kendiliğinden fotoğraf gibi duruyor, bir yandan hareket ediyor, ama o hareket çok minimal. Ben çoğunlukla video ve fotoğrafların birlikte hareket ettiğini ya da birbirini tamamladığını düşünüyorum.