Rehan Miskci ile Çalışmalarına Dair

#27
Rehan Miskci
Hakkında
Şener Soysal
Hakkında Diğer Yazıları

Şener: Seninle ilk Terk çalışman aracılığıyla tanışmıştık ve çalışman bana oldukça heyecan verici gelmişti. Çünkü buluntu fotoğraflar, stüdyoda çekilmiş eski fotoğraflarla karşıma çıkıyordu ama ilk kez mekanın varlığına odaklanan bir çalışmayla karşılaşmıştım. Sonrasında da Foto Yeraz'ı ürettin. Hem projeni, hem de yaşadığın deneyimi paylaşmanı isterim.

Rehan: Terk işinden sonra Maryam Şahinyan arşivinden imajlar kullanmaya devam ettim, ancak o seriden sonra buluntu fotoğrafa yaklaşımım biraz değişti. Dediğin gibi Maryam'ın stüdyosundan esinlenerek yaptığım bir stüdyo setim vardı. Onun üzerine figürleri projeksiyonla yansıtıyordum, o sayede imajlar parçalanıyor ve yeni mekanlar açılıyordu. Fakat çoğunlukla bu denli iki ve üç boyutlu arasında gidip gelen işlerin nihai olarak neden iki boyutlu bir yüzeyde sergilendiği ile ilgili yorumlar alıyordum. Yani neden tekrar basılı bir fotoğrafla bitiriyoruz? Bu diyaloğun sonucu olarak yine figürlerin silindiği, mekanın neredeyse kendisinin poz veriyor duruma geçtiği Foto Yeraz fikri ortaya çıktı. 

 

 

Bu proje, Beyrut'ta yaptığım bir residency sırasında şekillenmeye başladı. Orada birkaç stüdyo fotoğrafçısı ile tanıştım. Bourj Hammoud diye bir Ermeni mahallesi var. Orada tabii ağırlıklı olarak Ermeni fotoğrafçılar bulunuyor. Bazıları artık beyaz fon dışında bir şey çekmiyor, günümüzün Zümrüt'ü gibi. Bazılarının üst katında hala karanlık odaları var. Aralarından bir tanesiyle bayağı iyi anlaştık, adı George Dervishian. Hala elle boyanmış fonları vardı ama kullanmıyordu. Çok hoşsohbet ve bu konu üzerine konuşmaya çok istekli bir fotoğrafçı. Sonra onun stüdyosunu fotoğrafladım ve bu fotoğraf, Foto Yeraz'da bir fon oldu. Sonuçta fon deyince normalde gitmeyeceğin fantazi mekanlar akla gelir. George'un stüdyosu da artık bizim için öyle bir mekana dönüşüyor aslında. Bizim için fantazi olarak kalıyor. Aslında ilk aklıma gelen buydu, ondan sonra biraz daha cesaretlendim. Tamam dedim, Foto Yeraz böyle fonlardan ve proplardan oluşacak bir fikir. 

Bunun dışında yine bu mahallede çektiğim sokak fotoğraflarından bir dağ kolajı oluşturdum. Bu da bir başka fon oldu Foto Yeraz'da. Dağ yine ulaşılamayan yerler gibi biraz aslında. 

 

 

Şener: Önemli bir metafor bu zaten, değil mi?

Rehan: Kesinlikle. İlginç olan, projeye ilk başladığımda fonları koyacağımı ve insanların önlerinde fotoğraf çektireceklerini düşünmemiştim. Çünkü kendimi projeye fotoğrafçı olarak konumlandırmıyorum. Fakat George'un stüdyosunun olduğu fon sergilendiğinde bir oda içerisindeydi ve o oda da bir stüdyoya dönüştü beraberinde sergilenen ışıklar ve tabure ile birlikte. Boyutlar arası sürekli bir gidiş geliş vardı. 

Fakat dediğim gibi orası çok davetkar bir alan haline geldi ve insanlar sıraya girip fotoğraf çektirmeye başladı. Öyle olunca iş biraz değişti, Foto Yeraz ile alakalı benim kendi algım da değişti. Bunun dışında bir de "Göründüğü Gibi Değil" diye bir iş var. Bu da eskiden stüdyolarda kullanılan dekorlar ile şekillendi. Mermer sütunlar vb. Onları izole edip fotoğrafta yanındaki figüre göre boyutlarını ve malzemelerini tahmin ederek iki boyutlu olarak yeniden ürettim. Bu sefer sanki beraber poz veriyormuşçasına bir aynanın etrafına konumlandılar. Farklı bir algısı vardı bu işin ama diğer işlerle beraber görebildim bunları. Orada bir stüdyo dekompoze olmuş ve tekrardan birleşiyor gibi bir algı oluştu.

Beyrut'ta bunlar olurken geçen sene Kasa Galeri'de sergilendi bu iş. "Beyrut'ta olan iş burada sergilenir mi, yoksa İstanbul'a göre mi üretmeliyim?" diye sorguluyordum kendimi. Yine de dağ imajı burada da sergilendi. Kasa Galeri'de bir iş daha eklendi Maryam'ın arşivinden.

Şener: Girişte ortada halı olan iş değil mi? Çok güçlüydü o da.

Rehan: Teşekkür ederim. Oradaki başlangıç noktam da aslında babamın annemden önceki nişanlısı ile çektirdiği fotoğraf. Ve bizim aile arşivimizde hiçbir zaman olmamış, Maryam'ın arşivinden tesadüfen bulduğum bir fotoğraf. O yüzden kişisel bir tarafı da var tabii. Fotoğraf ikiye ayrılıyor. Öte yandan benim mekan fantezimi de fotoğrafa yerleştiriyorum gibi bir durum oldu, sanki figürü ikiye ayırıyoruz ve araya mekan giriyor, bundan sonrası figürden ziyade mekan ile ilgili demek gibi. Ama dediğim gibi seyircinin oraya gelip fotoğraf çektirmesi, işi tekrar figüre doğru çekiyor.

 

 

Şener: İzleyicilerin fotoğraf çektirmesi için özel bir yönlendirmen olup olmadığını ben de merak ediyordum.

Rehan: Ben açıkçası insanların bu kadar heyecanlı bir şekilde poz vereceğini tahmin etmiyordum. Ama insanları çekti ve bu benim hoşuma gitti. Tamam, stüdyo ölmemiş, farklı bir biçimde hala var der gibi.

Şener: Fon mantığı ölmedi diye düşünüyorum ben de. İnsanlar muralların önünde de bayıla bayıla fotoğraf çekiniyorlar.

Rehan: Evet şimdi fotoğraf çektirsek, biz de "Şunun önünde olsun" diye bir fon seçiyoruz.

Şener: Bir yandan işlerinde -dedin ya- figürlerden bağımsız bir durum var. Bir yandan figürden ve mekandan bağımsız; ancak diğer yandan kültürle, fotoğrafla, Ermeni kimliğiyle, mekanla çok içli dışlı. Senin bunu sınırda tutman ve göze sokmadan anlatıyor olman hepimizi birbirine bağlıyor ve bağdaştırıyor. Babanın fotoğrafı, onun hikayesini dinlemeden de kıymetli ve etkileyici gelmişti. Keza diğer mekan fotoğrafları da öyle. Aslında parçalara ayırıyorsun her şeyi ama gayet hepimizi ilgilendiren mevzular gibi geliyor bana.

Rehan: Benim kaygım da aslında oydu. Tamam, Ermeni kimliğimden yola çıkıyorum. Ama yaptığım iş bununla sınırlı mı kalıyor? Mesela fotoğrafa yeterince değiniyor muyum? Ama şu an senin yorumun çok değerli benim için.

Şener: Medium olarak çok yönlü bir çalışma biçimin var. Fotoğraf, yazı, video, yerleştirme... Belli ki, anlatmak istediğini izleyiciye ne aktaracaksa o sürece dahil olmuş. Ama bir yandan da fotoğrafın varlığı çoğu projende var. Fotoğraf senin için nasıl bir noktada duruyor? Yeni bir projeye başlama süreci nasıl ilerliyor?

Rehan: Fotoğraf, üretimimde önemli bir noktada. Önceleri fotoğraf tek başınaydı, şimdilerde başka dertleri anlatmak adına diğer kavramlarla nasıl etkileştiğiyle ilgileniyorum. İç Mimarlık üzerine fotoğraf okuduğum için hep mekan ve fotoğrafın nasıl kesiştiği, mekanın fotoğrafta ya da fotoğrafın mekanda nasıl temsil edildiği üzerine düşünüyorum mesela. Başka mediumlara geçerken bile fotoğraf ya başlangıç noktası ya da önemli bir referans oluyor üretimin geri kalanı için. 

Şener: Indifferent'ın metninde Roland Barthes'e atıfta bulunmuşsun. Kendisinin de dediği gibi, yazı fotoğrafın keskinliğini veremez. Doğruluğu kanıtlanamaz ve kurgusaldır. Ama çoğunlukla bir anlama sahiptir. Fotoğraf ise tam tersine, gerçektir (gerçeği göstermese bile en basit terimiyle; bir şeyin, bir nesnenin var olmuş olduğunu gösterir) ama anlamı kendisi yaratmaz, dışarıdan alır. Bu yüzden de birlikte iyi ilerleyen bir ikili fotoğraf ve yazı. Burada Indifferent'tan ve projedeki dil ve fotoğrafın iş birliğinden biraz daha bahsedebilir misin? 

Rehan: Bu işe başlarken aslında dil ve fotoğraf arasında paralellikler, karşıtlıklar ararken buldum kendimi. Biraz Türkçe-Ermenice gelgitlerinden yola çıkmıştım. Türkçe dış dünyada kullandığım dil iken, Ermenice hep dört duvar arasında kullandığım dil. Böyle bir ilişkiyi fotoğraflar arasında kurmaya çalıştım. İki farklı videoda elimdeki fotoğrafları iki farklı dile betimliyorum. Türkçe olanda tamamen fotoğrafın biçimsel özelliklerinden bahsederken, Ermenice konuştuğumda da fotoğrafın ve fotoğraftaki kişilerin bana hissettirdiklerinden bahsediyorum. Fotoğrafa bakarken hangi düzleme bakıyoruz bu düzlemi nasıl betimliyoruz, aklımda bunlar vardı.

Şener: İpek Hrant Dink vakfı bursuyla Ermenistan'a gitmişti ve orada da yaşama/iş üretme şansı oldu. Sana şu soruyu sormamı istedi: Çalışmalarında kültür çatışması önemli bir nokta. İstanbul'da bir Ermeni olarak büyümek ya da Amerika'da o kültürden olmayan biri olarak adapte olmaya çalışmak. Kültürün içine dil, tarih, adet gibi birçok farklı kanal dahil oluyor tabii. İşlerinde de bel kemiğini oluşturan faktörler bu kanallar. Bu konuda ne düşünüyorsun?

Rehan: Azınlık kimliği çok değişken. Her coğrafyada (özellikle Diaspora'da) algı farklı. Türkiye'de Ermeni olmak ise, mutlaka kimlikle ilgili verilerin bazılarını kendine saklamayı gerektirir. Her an her şeyi herkesle konuşamazsınız. Bu seçicilik kişinin karakterine de işliyor ister istemez. Bu algıyla büyümüş biri olarak da aslında şimdi akıntının tersine doğru yüzmeye, biraz bunları kırmaya çalışıyorum. 

Şener: Bize Ermeniler hep sanki Anadolu'da dar bir bölgede yaşamış gibi anlatılıyor. Kırşehir'de çok fazla Ermeni varmış önceden. Şunu anlatmıştı babam: "Bir zulüm var, ne ve nasıl başladı bilmiyorum ama. O süreçte babamın dedesinin kuzeni bir çocuğa sahip çıkıyor. Ve yine başka bir mahalleden bir kız çocuğunu sahipleniyor, koruyorlar aynı şekilde. Çatı katında saklıyorlar. Ertesi gün de trene bindirip İstanbul'a yolluyorlar bu iki çocuğu. 14-15 yaşlarındalarmış. Sonra onlar burada hayatlarını toparlıyor ve evleniyorlar. Düzenli olarak Kırşehir'e gelip onları koruyanları ziyaret ediyorlar. Hatta onları koruyan dedenin torununu İstanbul'a davet ediyorlar. Gönül borcumuz var deyip, buradan biriyle evlendirmek istiyorlar. İnanılmaz bir hikaye. Diyorum ya, bu tip şeyleri dinlemeyince her şey çok kopuk görünüyor, oysa her şey iç içe.

Rehan: Resmi tarih bunu asla üstlenmediği için aslında senin bunu anlatman çok önemli çünkü böyle binlerce hikaye var. Benim annemin babası da benzer şekilde bir aile sayesinde İstanbul'a gönderiliyor. Aslında aynı hikaye.

Şener: Son sorumuz da yine İpek'ten; hangi sanatçılardan etkileniyorsun? Pratiğini etkileyen birileri var mı?

Rehan: Tabii ki. İşlerini hayranlıkla izlediğim Walid Raad, Hera Büyüktaşçıyan, Hrair Sarkissian, Aslı Çavuşoğlu, Leyla Gediz, Marlo Pascual'ı sayabilirim.