Gözde Türkkan Söyleşisi

#01
Gözde Mimiko Türkkan
Hakkında
Tevfik Çağrı Dural
Hakkında Diğer Yazıları

Gözde Türkkan ile fotoğraf projeleri "Baktım Sana" ve "Buraya Ödeyiniz" ile çalışmalarının alt yapısını oluşturan cinsiyet ve kadına dair bir söyleşi.  

 

‘Baktım Sana' ve Otoportreye Dair… 

Çağrı: "Baktım Sana"nın sergi metninde bahsettiğin ‘kendini dışardan görme konusu'nu okuyunca, aklıma John Berger'in Görme Biçimleri'ndeki bahsettiklerini çağrıştırdı. Sende de böyle bir çağrışım oldu mu?

Gözde: "Baktım sana" sergisinde yer alan ve 2008'de gerçekleştirdiğim "I was looking to see if you were looking back at me to see me looking back at you / baktım sana dönüp baktığımda baktın mı bana" serisini yaparken akademik bir metin de yazmıştım ve "Görme Biçimleri" referanslarım içinde vardı. Kadını obje olarak algılıyoruz, peki kadın kendini nasıl algılıyor? Toplum içinde ister istemez sen de  yetiştirilmeden dolayı kendini obje olarak görüyorsun. Ben de nasıl oturduğuma, nasıl göründüğüme dikkat ediyorum ister istemez. Bilinçli yapmıyorsun. Görme Biçimleri'ni okuyunca "Ya evet, böyle bir şey var gerçekten."  diyorsun.

Şener: Neden böyle diye düşünmeye başladın? 

Gözde: O dönem kendimle derdim olan bir yaştaydım. Kendimle ilgili çözmem gereken bir şeyler vardı sanırım. Bu yüzden başka kadınlara -başka objelere- değil, önce obje olarak kendime baktım. Göze hoş görünecek bir obje olmayı reddedersem ne olacak? Bundan da mutsuz olacağım, kendimi daha iyi hissetmeyeceğim. Öyle olunca şöyle diyorsun: "Tamam, bu bir şekilde dayatılmış belki, ama içimde böyle bişey yok mu?" Tam siyah ya da tam beyaz değil bu. Kadın, kendini beğendirmeye içsel bir yatkılık duyuyor olabilir.

Çağrı: Yani sadece toplumsal yapılardan değil?

Gözde: Tam olarak buna bir cevap bulamadım. Bana öyle geliyor ki, kadının kendi içinde de bir miktar var. Ama kadını objeleştiren çok ciddi bir sistem var. Bunu kimse yadsıyamaz.

Şener: John Berger'in kitabında kadınla iligli olarak ‘Erkekler sadece dışarı bakar, ama kadınlar hem dışarı hem de kendine bakar. gözlemleyen ve gözlemcidir.' gibi bir söylem vardı. Otoportre çekmen, kendi üzerinden anlatman biraz da buna mı dayanıyor?

Gözde: Belki bu ikinci bir aşamada devreye girmiştir. Asıl çıkış noktasını şöyle anlatabilirim: 15-16 yaşında amatör olarak fotoğraf çekmeye başladım. Deviantart gibi sitelerde başkalarının işlerine bakarken şunu farkettim: Amatör profesyonel bir sürü insan otoportre çekiyor. Şimdi facebook'a baksan, benzer şeklide kendini cep telefonuyla ya da kompakt makineyle poz vererek çeken, yani bilinçli bir şekilde kendi imajını kontrol ederek fotoğrafını çeken bir sürü insan var. Bu durumu halen çok ilginç buluyorum. Kendi incelemem üzerinden bulduğum yanıt, bunun bir çeşit kendini tatmin etme yöntemi olduğu şeklindeydi.

Yine bu projenin bibliyografisinde Freud'un bir kitabı vardı. Temelde bahsettiğim bu dürtü nedir, buna bir de psikanaliz yönünden bakalım diye. Otoportrenin kişisel tatmin olduğu sonucuna ulaştım. Daha doğrusu sonuç değil, yanıtlardan biri bu oldu diyebilirim.

Normalde hiçbir şekilde kendini dışarıdan görme imkanın yok. Nasıl görüneceğine ya da nasıl görünmek isteyeceğine dair bir fikrin var sadece. Ama fotoğraf sana öyle bir güç veriyor ki, kendini nasıl göstermek ve nasıl görünmek istiyorsan (veya istemiyorsan) bunu sağlayabiliyorsun. Bütün bunların üzerinde bir kontrolün var. Ben böyle gözükmek istiyorum diyorsun, ortaya bişey çıkarıyorsun ve o  senden bağımsız bir ‘sen' oluyor. Nasıl göstermek istediğin konusunda tamamen söz sende. Tabi nasıl algılanacağı konusunda kontrolün yok ama onu üretirken "Tamam, ben bu temsilimden memnunum," diyerek başladığından sorun yok gibi… Çünkü sosyalleştiğin zaman imajının algısında belli bir yere kadar kontrolün olduğu gibi otoportreni de umumi hale getirdiğin zaman kontrolün yine azalıyor. Çok ilginç geliyor bu bana.

 

Kadına Dair…

Çağrı: Güçlü ve kendine güvenli olarak düşünülen erkek yerine otoportrenin bir kadın tarafından başarılı bir şekilde üretilmesi, kadının hem içeriden hem de dışarıdan kendine daha hakim olması durumunu destekliyor mu?

Gözde: Ama o hakimiyet acaba bir yandan da kendi kendini kısıtlama değil mi aynı zamanda?

Şener: Malum kız çocuğuna "Aman kızım eteğini kapa." Denilirken erkek çocuğuna da "Göster amcana pipini." deniliyor. Erkek çocuğuna sürekli ‘güçlüsün, herşeyi yaparsın' aşılanırken, kıza da ‘aman kızım'lar… Belki de kadınlar bu nedenle, küçük yaştan itibaren bu kadar baskıyla yetişmesinden dolayı, daha ayakları yere basarak yetişip gelecekte erkekleri avcunun içine alabilme ya da dünyaya hükmedebilme konusunda başarılı olabiliyor. Bimiyorum sen ne dersin bu konuda?

Gözde: Sanırım karaktere göre değişiyordur. Bir kısım kadın tam yırtamıyor ve kısıtlı dünyasında yaşamaya devam ediyor. Sanırım kadınların başarılı olduğu şey, dolaylı yollardan kontrolü ele geçirmek. Şu aralar çok kafamı kurcalayan mevzulardan bir tanesi o, yani genelde böyle de söylenir: Erkek güç ister, kadınsa buna sahip olan erkeği ister. İktidara, güce, bütün bu şeylere erkek üzerinden sahip olur. Biraz korkutucu geliyor aslında. O yüzden çok zor geliyor kadın ve erkek ilişkileri. Cinsiyetler, kimlikler üzerinden konuşurken bir tarafı mağdur, bir tarafı zulum eden olarak göstermek çok zor geliyor aslında. Çünkü…

Çağrı: Böyle söyleyince erkekler masummuş gibi görünüyor…

Gözde: Öyle de değil. Çok az şey için siyah ya da beyaz gibi tanımlar koyabiliyorum, genelde gri paleti çok daha rahat görüp anlayabiliyorum.

Çağrı: Kadın ya da erkek olma konusunda bile rahatlıkla siyah ya da beyaz denilemeyen noktalar oluyor. Bu kadındır, bu erkektir de diyemiyorsun bazen. Söyleyebilme gerekliliği de yok.

Gözde: Katılıyorum ama bazı noktalar var ki… Evet bu gerçekten kurbandır, bu kişi gerçekten haksızdır, zulmedendir diyebiliyorsun. Savaşta askerlerin bastığı köylerde kadınlara tecavüz etmesi gibi. Burada kadın istediği kadar güce erkek üzerinden sahip olmaya çalışan, kurnazca taktiklerle yaşayan bir yaratık da olsa farketmiyor. Kaba gücün üstüne yapabileceği birşey yok. Bu tip, çok net biçimde iki ilişki arasında hiyerarşiyi belirleyebildiğin durumlar haricinde bence çok zor. İşin içinden daha çıkamadım.

Şener: O yüzden cinsiyet üzerine serilerin devam edecek gibi duruyor.

Gözde: Evet, aynen öyle. Son projemde de aynı şey oldu. Daha çok şey var kafamda.

 

‘Buraya Ödeyiniz'e Dair

Şener: Aslında bizim ilk sorumuz "çalışmalarınız cinsiyetler üzerine olması üzerine" idi. Şimdi cinsiyetleri konuşup sergiye gelmiş olduk. Direk dansçılarının fotoğraflarının hepsi çok şık ve çok düzgün, bir moda fotoğrafı gibi, çekilmiş. Diğerleri daha vurucu, siyah beyaz, bazen netsiz… Fotoğrafların sergide ya da kitapta yerleştirmelerinden dolayı herşey daha da vurucu ve etkili bir hale geliyor. Bunun ayrımını nasıl yaptın, neden bu şekilde bir yönelime gittin?

Gözde: "Pay Here / Buraya Ödeyiniz" projesinden önce de farklı görsel tarzları bir araya getiren bir iş yapmıştım. "I was looking to see if you were looking back at me to see me looking back at you / baktım sana dönüp baktığımda baktın mı bana" da öyleydi. Neden böyle birşey seçtim? O seriyi bir araya getirmeye çalışırken hocalarımızla kritik seansında biri şöyle demişti: "Ben bunların nasıl bir araya geleceğini göremiyorum, o kadar farklı farklı ki kafamda canlandıramıyorum." Ben ise "Evet şu an tam canlandıramıyorum ben de, sadece bir araya geleceklerinden eminim." demiştim.

Örneğin bütün orta formatları bir araya getiririm ve "a evet hepsi uyum içimde, tutarlı" derim ama bundan yeni birşey çıkmaz… Ama Ben başka  birşey yapmak istiyorum, içimden geldiği şekilde farklı görsel tarzları bir araya getirerek işi zorlamaya çalışıyorum. Duruma göre makine seçmek, makinenin getirdiği görsel kimlikleri karıştırmak çok hoşuma gidiyor. Çekat ya da kompakt kameranın kolay kullanımı ve bilinmezliği olsun, 4×5" büyük format kameranın gerektirdiği stresli ve modeli zorlayan durum olsun: "Dur öyle kıpırdama sakın, biraz daha ayarlayacağım" diye kafayı yediğim durum da olsun… O tercihlerin hepsinin fotoğraf çekilirkenki anla alakası var diye düşünüyorum.

Mesela ben direk dansı yapan insanları çekmek istediğimi biliyordum ama kafamda çok net bir görüntü oluşturmamıştım. Bir striptiz kulübüne gittim bir gece. Daha önce hayatımda görmemiştim, sadece filmlerden, fotoğraflardan biliyordum ve tepkimin ne olacağını hiç kestiremiyordum ve tepkim onları o bulundukları bağlamdan çıkartmak isteği oldu. Travestilerin çokça fotoğraflanması gibi striptiz kulüplerinde de çekilen bir sürü fotoğraf var. O fotoğraflarda o mekanı, insanların neler yaptığını anlatıyorsun. Bense başka bir şeyi istedim, başka bir şeyi vurgulamak istedim, o yüzden onları o bağlamdan çıkardım. Bu nedenle fotoğraflar da bir dans stüdyosunda çekildi. Kadınların bu dansı pratik ettikleri ve hatta dersini verdikleri bir yer. Bu bakıma da orta format kamera durum için en uygun seçimdi benim açımdan.

 

 

Çağrı: Her ne kadar striptizcilerden ziyade direk dansçıları fotoğraflamış olsan da  tüm işe baktığımızda direk dansından ziyade bana striptizi hatırlatıyor. Çünkü evet bir direk var, bir kadın dans ediyor ve çok kadınsı bir obje, kırmızı topuklu ayakkabı, var. Ve hemen arkasından gelen fotoğrafta et ve ona bakan insanlar…Bu üç fotoğrafın bende oluşturduğu üç kelime; kadın, et ve pazar. 

Gözde: Doğru, aynen öyle. Şöyle bir şey, bu fotoğrafta dişi erotizmi çağrıştıran bir takım imgeler var. Ama bir şekilde o kırmızı topukluyu giyen ayaktaki yaralar bereler tam da o "cilalı güzellik" olmadığını düşündürürken, arkadan et ve "pazarı" gördüğün zaman, istediğim etki daha çok oluşuyor. Çünkü ben onu gördüm; bu kadınlar en azından benim kafamda canlandırdığım gibi cilalı, her şeyiyle mükemmel bir güzellik değiller. Orada çiğ bir erotizm var. Kastım daha "reel" bir erotizm.

Çağrı: Porno gibi değil yani?

Gözde: Acaba porno daha gerçek değil mi? Yani erotik olan daha cilalı, süslenmiş püslenmiş…

Çağrı: Ama pornoda yalan söylendiğini biliriz.

Gözde: Onun da abartılı yanı var ama pornoda daha "reel" vücutlar var, Playboy güzelleri gibi değil…Görsel anlamda bir çiğlikten bahsediyorum. Belki şöyle diyebiliriz, pornoda yaşanan olaylar anlamında bir yalan dünyası var. Ama pornoda da, striptiz kulübünde izlediğin direk dansında da görsel anlamda daha çiğ bir şey var. Belki kadının koltuk altındaki tüyler duruyor, kalçasında selülit var, ya da makyajı akmış… Playboy'daki gibi o herşeyiyle allanıp paklanıp müthiş güzelleştirilmiş kadınlar ya da pin-up kadınları gibi seksi ama asil olmayan… Yine de sitriptiz ya da direk dansı yapanların çiğ estetiği kusurlu olsa bile erkekler açısından acayip tahrik edici olduğu gerçeğini değiştirmiyormuş, onu anladım.

Şener: Murat Gülsoy'un yaratıcı yazarlık kitabı Büyübozumu'nda iyi öykünün erotizm gibi olduğu hayal kurdurduğu, kötü öykünün ise porno gibi olup her şeyi anlattığı için okuyucu üzerinde düşünecek bir şey bırakmadığını anlatır. Sizin de düşünceniz benzer şekilde.

Gözde: İyi ve kötü ayrımı hariç belki… Erotizm daha kadınlara yönelik birşey ya aslında, dolaylı, üstü kapalı… Hatta öyle bir benzetme var, erkekler için porno ne ise, kadınlar için de erotik-romantik romanlar öyledir derler. Tabi hala tam emin olamıyorum, genelleme yapmak da müthiş zor ama mesela bir bisküvi reklamı da var. Müthiş yapılı erkekler bisküvi yapıyor. Gerçekten merak ediyorum, bir kadın acaba karşısında böyle erkekler görse tahrik olur mu?

Çağrı: Bir arkadaşım ise sonunda çikolata reklamında kadın değil erkek kullanılmasına çok sevinmişti.

Gözde: Doğrudur ama şöyle de bir yanlış olabilir mi: Bence O reklamda erkek üzerinde iyi işleyen taktik, arabanın yanına güzel bir kadın gibi, kadınlarda da geçerli mi? Kadın beyni öyle değil. Kadına hayatında var olan bir deneyimi çağrıştıran bir şeyle, daha dolaylı bir şekilde tahrik edilebilir gibi geliyor.

Çağrı: Bir yandan da kadınlara hitap eden reklamlarda yine kadınların kullanılması, "Bunu yediğinizde bunun gibi olursunuz." dedirerek kadının yine kendisine dışardan bakması halinin desteklenmesi ve kadının o en başta konuştuğumuz ta doğumdan ve toplusal yapılardan gelen olgularla kendi bireyselliği üzerinden gidip en önemli noktasından vurmak gibi galiba.

Gözde: Bu galiba çok çok büyük bir tehlike. Kadınların çok güzel düştüğü, ben dahil, bir tuzak o. Yaptığım bu otoportrelerle şunu eleştirmeye çalışıyorum biraz da: Etrafta bu kadar çok ulaşılabilir güzellik, yani arzulanan ve ulaşılabilir olan kadın var. İmaj olarak değil de kanlı canlı olan… Bir ilişki ya da değil, bir şekildeonların ulaşılabilir olma durumu birey olarak seni şu hale getiriyor: Peki, ama benim de bir egom var. Böyle çok garip bir şey oluyor, eminim kişinin egosuna da bağlı birşeydir. Herkes böyle bir sorgulama içerisine girecek diye birşey yoktur., ama dediğim gibi kendimden yola çıkarak bir noktada otoportre ile kendi imajımı istediğim şekilde yaratma şansım olduğu için o bütün güzellik paketini -genç, güzel, seksi, çekici, vs…- ben de istiyorum. Fotoğraf bana bunu kendi kontolümde üretme şansı veriyor. Bu bir yandan eğlenceli bir şey; diğer yandan kendi kendimi eleştirmemmi sağlıyor. Bunu yapıp sonra da "Ne kadar güzel oldu." demek değil amaç. İçimde böyle birşey vardı, yapmak istedim, yapma nedenlerim de şunlar şunlar, onları da ortaya koyup, "niye böyle yapıyorum?"u deşmek… Yargılamak değil. Daha ziyade otoportre bir kendini tamin ve bir çeşit egonun kusurları… Kusurları demeyelim de çukurları, çukurlu yolları.